Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimleri kazanmasının ardından eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yeni cumhurbaşkanlığı kabinesinde yer almasına kesin gözüyle bakılıyor. Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı veya Ekonomiden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak kabinede yer alması bekleniyor.
Mehmet Şimşek’in yeniden ekonomi yönetiminde görev alacağı haberleri piyasalarda pozitif karşılanırken Türkiye’nin enflasyonla mücadele için tüm dünyada uygulanan ortodoks politika araçlarına dayanan bir patikaya döneceği ve böylelikle yabancı yatırımcının Türkiye’ye olan güveninin tekrar tesis edilerek dış kaynak ihtiyacının karşılanacağı beklentisi artıyor.
Ancak ekonomistler, Mehmet Şimşek’in tek başına bir kurtarıcı olamayacağının altını çiziyor. Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şimşek’e ekonomi politikaları konusunda ne kadar özgürlük tanıyacağı kritik önem taşıyor.
“Görevden alınmayacağı güvencesi”
Bluebay Asset Management Kıdemli Gelişen Piyasalar analisti Timothy Ash, beklentilerle ilgili yaptığı analizde, piyasanın yaklaşmakta olan ödemeler dengesi krizini çözmek için ne gerekiyorsa yapabilecek bağımsız bir merkez bankası istediğine dikkat çekti. Ash, Şimşek döneminde de eski Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın Erdoğan’dan faiz indirimi için izin istediğini hatırlatarak “Erdoğan, politika sıkılaştırmanın düşük büyüme ve yüksek işsizlik gibi kaçınılmaz etkilerini göze almak isteyecek mi” diye sordu.
Eski Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanlığı’na getirildikten kısa bir süre sonra görevinden alındığına işaret eden Ash, yakın tarihteki deneyimler nedeniyle Erdoğan’ın Şimşek’i de kısa süre içinde görevden almayacağına dair piyasada bir güven olmadığını belirtti.
Ash’e göre Şimşek, ancak yeni bir ortodoks merkez bankası başkanı ve yeni bir hazine bakanına kadar uzanan yeni bir reform ekibinin oluşturulması için adım atarak güvence sağlayabilir.
Uygulamada mümkün olacak mı?
DW Türkçe’ye konuşan iktisatçı Prof. Dr. Mehmet Şişman da Şimşek’in uluslararası sermaye çevrelerinin, özellikle finansçıların yakından tanıdığı bir isim olduğuna dikkat çekerek “Onlara güven vermek için isteniyor olabilir. Atanırsa, görevini rahat yapmak ister. Ancak bu uygulamada mümkün olabilir mi emin değilim” diyor.
Türkiye’nin önünde yerel seçimler olduğunu hatırlatan Şişman’a göre seçimlere kadar sıkı para politikası zor gözüküyor. Ancak sermaye çevrelerinin en azından yıl sonu enflasyon hedefine yakın yani yüzde 20’lerde bir faiz beklediğine işaret eden Şişman, “Buna Cumhurbaşkanı’nı ikna edebilirler mi? Eğer Şimşek ekip kurmak isterse veya merkez başkanlığında daha bağımsız davranan bir iktisatçıyı görmek isterse ne olur? Bu soruların yanıtı yok” diye konuşuyor.
Çalışan kesim için ne ifade ediyor?
AKP döneminde düşük faiz ısrarı her defasında daha yüksek faiz artırımına yol açarken geç alınmış kararların ekonomiye maliyeti de büyüyor. Faizin yükselmesiyle yatırımlar ve toplam harcamalar azalırken, toplam talep düşüyor. Bu bir yandan enflasyonun düşmesine katkı sağlarken diğer yandan hem bankalar hem de şirketler ve tüketiciler için borçlanma maliyetlerinin arttığı, büyümenin ise azaldığı bir döneme işaret ediyor.
Peki bu durum asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği ve yoksulluk sınırının altında kaldığı Türkiye’de çalışan kesimini nasıl etkileyecek?
DW Türkçe’ye konuşan çalışma ekonomisi uzmanı Özgür Müftüoğlu, Mehmet Şimşek’in ekonomiye yönetimine getirilmesi halinde Türkiye’nin uluslararası piyasalar nezdinde kaybettiği prestiji geri kazanacağını belirterek, bunun da kısa vadede dışarıya bağımlı olan ekonomideki kaynak ihtiyacını çözeceğini söylüyor.
Ancak Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları çözülmeden kim gelirse gelsin ekonomide kalıcı bir iyileşme sağlanamayacağını ifade eden Müftüoğlu, bunun da uzun vadeye yayılması gereken bir süreç olduğunu düşünüyor.
“Yoksullaşma artacak”
Müftüoğlu, “Şimşek, 2007’den 2018’e kadar ekonominin yönetiminde bulunduğu sürece baktığımızda tamamen emek karşıtı, sermayeyi teşvik eden, istihdamı sağlama ve işsizliği önleme politikaları adı altında sermayeye sürekli kaynak aktaran, emekçileri giderek daha fazla yoksulluğa doğru iten politikaların mimarı olmuştur” diye konuşan Müftüoğlu, önümüzdeki dönemde işçiler açısında ağır bir süreç yaşanacağını ve yoksullaşmanın artacağını ifade ediyor.
Bu dönemde sendika ve meslek örgütlerindeki mücadelenin artmasının beklendiğini ifade eden Müftüoğlu, buna karşı siyasal iktidarının baskısının da artacağını öngörüyor.
Mehmet Şimşek geçmişte neler yapmıştı?
Türkiye, ABD ve İngiltere’de önemli finans kuruluşlarında çalışan Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AKP hükümetlerinde 2007’den 2018’e kadar ekonomi yönetiminde yer almıştı.
2007 seçimlerinden sonra kurulan 60. Hükümet’te Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev alan Şimşek, 1 Mayıs 2009’da ilan edilen kabine değişikliği ile Maliye Bakanlığı görevine getirildi. Kasım 2015’e kadar bu görevini sürdüren Şimşek, seçimlerin ardından ise ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı görevini üstlendi ve 9 Temmuz 2018’e kadar bu görevini sürdürdü. Şimşek, bundan sonra kurulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kabineleri ya da AKP hükümetlerinde yer almadı. 2018 seçimlerinden sonra Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndaki devir teslim töreninde Hazine’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a teslim etti.
Şimşek dönemi faiz tartışmaları
Faiz tartışmaları Mehmet Şimşek döneminde de varlığını koruyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bilimsel gerçekler tam tersini söylese de ‘yüksek faizin yüksek enflasyonun nedeni’ olduğuna dair teorisini Şimşek döneminde de sıklıkla savundu.
2008’deki küresel finans kriziyle birlikte ABD’de faizler sıfıra indirilmiş, tüm dünyada dolar bolluğu artmıştı. Bu dönem Türkiye’de de yüzde 20’inin üzerinde olan politika faizi bir yılda tek haneye indirildi.
Nisan 2011’de Merkez Bankası’nın başına Erdem Başçı’nın atanmasıylabirlikte bankanın bağımsızlığına ilişkin soru işaretleri arttı. Merkez Bankası faiz artırımı yapmadan faiz artırım etkisi yaratacak politikalar geliştirdi. Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçim kampanyasında, “hedefimiz, sıfır reel faiz” dedi, 2012’de ise faiz lobisi kavramını ortaya arttı. Erdoğan faiz lobisi çıkışlarını sürdürürken, politika faizi tarihin en düşük seviyelerine kadar indirildi. 17 Mayıs 2013’te yüzde 4,5’e çekilen faiz yaşanan kur krizi sonrası yüzde 10’a yükseltilmek zorunda kaldı. Erdoğan faiz artırımından sonraki nisan ayında yine açıklama yaparak faizlerin düşürülmesini talep etti. Mayıs 2014’te tekrar faiz indirimlerine başlandı. 2014’te sıcak parayla finanse edilen Türkiye ekonomisinin küresel konjonktürden faydalanma dönemi de sona erdi.
Binali Yıldırım ikna etmişti
Erdoğan, bilimsel gerçekler tam tersini söylese de ‘yüksek faizin yüksek enflasyonun nedeni’ olduğuna dair teorisini sıklıkla savundu. 31 Ocak 2015’te yaptığı açıklamada, “Ne diyorlar? İnsanı böyle adeta çıldırtacaklar, enflasyon düşerse faizi düşüreceklermiş. Bu anlayış, anlayış değil, bu yanlış bir mantık, doğru bir mantık değil. Çünkü enflasyon sebep, faiz netice değildir. Faiz sebep, enflasyon neticedir. Bunu öğrenmeleri lazım” dedi.
Şubat ayında ise yüksek faizin “vatanı satmak” olduğunu söyledi. Bu dönem faiz 7,50’ye kadar indirilirken, Merkez Bankası başkanlığına Murat Çetinkaya’nın atanmasıyla çoklu faiz uygulamasına geçildi. Politika faizi sabit tutulurken fonlama faizi Ocak 2017’den Mayıs 2018’e dek yüzde 10’dan 16,50”ye çıkarıldı. O dönem Merkez Bankası’nın, Erdoğan’ın faiz artırımına yönelik duruşu nedeniyle hemen hareket geçmek istemediği, dönemin Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Maliye Bakanı Naci Ağbal ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın gerçekleştirdiği olağanüstü toplantının ardından Binali Yıldırım’ın Erdoğan’ı faiz artırımına ikna ettiği kamuoyuna yansımıştı.