Kadın cinayetleri, cinsel istismar, tehdit, yaralama…
Son olarak İstanbul’da geçen Cuma günü 19 yaşındaki Semih Çelik’in iki genç genç kadını katletmesi gençlerin işlediği şiddet suçlarının neden arttığı sorusunu gündeme getirdi.
İstanbul Edirnekapı’da kendisi gibi 19 yaşında olan Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i öldürdükten sonra intihar eden Semih Çelik’e tepkiler sürerken Tekirdağ’da istismara uğrayan 2 yaşındaki S.Y. dün 30 gündür tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Soruşturma kapsamında anne B.Y. ve B.Y’nin birlikte yaşadığı S.Ö’nün (57), yanı sıra komşuları K.A. (32) ile 13 yaşındaki oğlu K.A. ve 14 yaşındaki G.K. gözaltına alınmış, şüpheliler çıkarıldıkları hakimlikçe tutuklanmıştı. Eylül ayında da İstanbul Ümraniye’de polis Şeyda Yılmaz motorsiklet hırsızlığı nedeniyle aranan 19 yaşındaki Yunus Emre Geçti tarafından vurularak öldürülmüştü.
Peki son dönemde gençlerin ve çocukların karıştığı şiddet suçlarındaki artışın altında hangi toplumsal nedenler yatıyor?
Uzmanlara göre şiddet olaylarındaki artış ataerkil kültür, eğitim sistemi ve sosyoekonomik koşullarla doğrudan ilişkili. Dijital okuryazarlığın olmaması da sosyal medya da kontrolsüz bir alan açarak bu sorunların üstüne ekleniyor.
“Sağ popülist söylemlerle şekilleniyor”
DW Türkçe’ye konuşan Leipzig Üniversitesi Çoklu Sekülerlikler Araştırma Grubu’ndan sosyolog Nil Mutluer, gençlerin içinde bulunduğu şiddet olaylarının siyasi söylemlerden gündelik hayata, eğitimden sosyal medyaya kadar çeşitli alanları etkilemiş olan ataerkil sağ popülist milliyetçiliğin söylem ve politikalarıyla şekillendiği görüşünde.
Türkiye’de eğitimde eleştirel düşünceden uzaklaşıldığı eleştirisini yönelten Mutluer, gençlerin bir yandan ekonomik zorluklarla mücadele ederken diğer yandan milliyetçilikle sarmalandığına, kadın, çocuk cinayetlerinin normalleştirildiği, göçmen ve Kürtlerin sürekli öteki olarak konumlandığı ortamların içinde yer aldığına dikkat çekiyor:
“Bu ortamlarda olan gençlerin içinde hınç hissedenleri de şiddetin bir parçası oldu.”
“Suça sürüklenen 304 bin çocuk var”
Adalet Bakanlığının verilerine göre 0-17 yaş aralığında olan suça sürüklenen çocuklar hakkında 2023’te 299 bin 362 soruşturma dosyası açıldı. Bu dosyalarda 304 bin 56 çocuk şüpheli olurken 77 bin 947 çocuk açılan davalarda yargılandı.
Çocuk ağır ceza mahkemelerindeki dava sayısı ise 2015’ten bu yana yüzde 60,5 artarak 10 bin 595’e yükseldi.
Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun kapsamında hakkında işlem yapılan çocuklardan 496’sı (469 erkek-27 kadın) 12-14 yaş, 3 bin 440’ı (3 bin 355 erkek-85 kadın) 15-17 yaş grubunda.
Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre ise 2023’te suça sürüklenen çocukların karıştığı olay sayısı 178 bin 834’e çıktı.
Bu çocukların yüzde 39,8’ine (55 bin 800 erkek-15 bin 444 kadın) yaralama, yüzde 20,8’ine hırsızlık (31 bin 567 erkek-5 bin 666 kadın), yüzde 3,5’ine cinsel suçlar (5 bin 737 erkek-521 kadın), yüzde 2,5’ine yağma (4 bin 121 erkek,-254 kadın), yüzde 4’üne tehdit (5 bin 124 erkek-2 bin 3 kadın), yaklaşık yüzde 5’ine uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak (6 bin 901 erkek-1851 kadın), yaklaşık yüzde 1’ine (1008 erkek-102 kadın) ise öldürme suçları yüklendi.
“Buz dağının görünen kısmı”
DW Türkçe’ye konuşan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden siyaset bilimci Prof. Dr. Emre Erdoğan’a göre, kamuoyuna ve adli makamlara yansıyan olaylar buz dağının görünen kısmı olabilir.
Türkiye’de birçok şiddet olayının kayda geçtiği zaman istatistiklere girdiğini, bu olayların kayda geçmesinin ise o andaki toplumsal hassasiyete ya da konjonktüre göre değişebildiğini vurgulayan Erdoğan, “Ve gençlerin hangi suçlarının kayda geçtiğini biz çok iyi bilemiyoruz. Aile içerisinde, mahalle içerisinde ya da arkadaşlar içerisinde ise bu raporlanmayabilir. Okul içerisindeki disiplin suçları da raporlanmayabilir. Yani biz belki de buzdağının çok küçük bir kısmını görüyoruz. Ama arttığına dair bir izlenimimiz var” diye ekliyor.
Profesör Erdoğan’a göre, Türkiye’de pederşahi (ataerkil) kültürle ilişkili olarak aile içinde ve yakınlara yönelik bir şiddet sorunu var.
“Erkek çocuğu ne yaparsa meşru”
Kadına yönelik şiddetin de bunun genel bir parçası olduğunu söyleyen Erdoğan, kadınlara yönelik şiddet ya da taciz suçlarının büyük kısmının yakın çevrelerinden, aile içerisinden geldiğini vurguluyor.
“Bu ülkenin pederşahi kültürüyle doğrudan ilişkili” diyen Erdoğan, ekliyor:
“Yani kadına daha az verilmesi, değer verilmemesi. Çünkü ailede her ne kadar değişim olsa da şunu görüyor. Kadın ikinci sınıf bir varlık, erkek birinci sınıf bir varlık. Erkek çocuğu ne yaparsa meşru görülüyor. Baba muhtemelen zaten belli bir tür şiddetin içerisinde ve bu üzerinden yürüyor.”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2024’ün ilk dokuz ayında 295 kadın cinayeti işlenirken aynı dönemde toplam 184 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Verilere göre 2024 yılında öldürülen 31 kadının faili de daha önce adli sicil kaydına sahipti.
“Eğitim sistemi baskı oluşturuyor”
Erdoğan, ikinci olarak çocuğun sosyalleşmesinde çok önemli rol oynayan mahalle ve okulun da şiddet kültürünü yeniden ürettiğini söylüyor.
Bunun sistematik sebepleri olduğunu ifade eden Emre Erdoğan’a göre bunlardan ilki bir dizi sınav aracılığıyla eleme makinesine dönüşmüş eğitim sistemi.
Eğitim sistemi ve ailelerin sınavlara yönelik tutumu nedeniyle sosyoekonomik koşullardan bağımsız çocuklar ve gençler üzerinde çok fazla baskı olduğunu düşünen Erdoğan, “Çünkü öyle bir sisteme dönüştü ki ya başarılı olacaksınız ya da mahvolacaksınız. Bu kültür sürekli üretiliyor. Ve bu baskı nedeniyle daha rafine, daha sosyoekonomik statüsü yüksek gençlerde bile çok yüksek bir şiddet eğilimi oluşabiliyor. Geçen senelerde gördüğümüz gibi ölümlü trafik kazasına karışabiliyorlar. Yani maddiyat buna engel olmuyor” diye konuşuyor.
“Sosyal imkansızlık suçu tetikliyor”
Daha geniş bir kesimin oluşturduğu orta sınıfta bu baskının daha fazla olduğunu belirten Erdoğan, alt sınıflardan gelen çocukların ise sosyoekonomik koşullar nedeniyle mevcut sistemde başarılı olma ihtimallerinin çok düşük olduğunu, bu çocukların eğitimden uzaklaştığını dile getiriyor:
“Çocuklar okulda olmadıkları zaman ne yapıyorlar? Spor tesislerine, kültürel tüketime erişimleri yok. Çünkü bütün bunlar parayla ilişkilendirildi. Mahalle kültürüne yöneliyorlar ama eski mahalle yok. Orada gençlerin bir arada bulunmaları da özellikle genç erkekler arasında suçu tetikliyor. Çünkü o yaşlar kendiliğinden meydan okuma yaşları.”
Türkiye’de resmi verilere göre geçen yıl itibarıyla 2,7 milyon genç ne eğitimde ne de istihdamda. 15-24 yaş grubunda yaklaşık her beş gençten biri ise işsiz.
İşsizlikle bağlantılı olarak aşırı boş vakte sahip genç erkeklerin sosyalleşecek ortamları da bulunmadığından sosyal medyaya yöneldiğini anlatan Erdoğan’a göre dijital dünyaya ilişkin problemlerden bütün sosyal sınıflar etkileniyor.
Dijital dünya ve İnceller
Daha yüksek sosyoekonomik statüye sahip olanların imkanları daha fazla olsa da cep telefonunun hemen hemen her çocukta ve gençte olabildiğini vurgulayan Erdoğan, “Buna karşın çoğunun dijital okuryazarlığı yok. Discord ya da TikTok gibi platformlarda kendi kimliklerini inşa ediyorlar. Özeniyorlar. Rol modeller oluşturuyorlar” diyor.
Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner cinayetleri son yıllarda Darkweb ve Reddit gibi sosyal ağlarda yaygınlaşan İncelleri de tartışmaya açtı.
Türkiye’yi sarsan korkunç cinayetler
To view this video please enable JavaScript, and consider upgrading to a web browser that supports HTML5 video
İngilizce “istemsiz bekârlar” anlamına gelen “involuntary celibate” öbeğinin kısaltması olan incel erkekler kendilerini romantik ya da cinsel ilişki yaşayamayan erkekler olarak tanımlıyor ve temelde kadın düşmanı, göçmen karşıtı, ırkçı ve homofobik söylemler üretiyor.
“Nefret ve şiddeti besleyen gruplar”
Sosyolog Nil Mutluer, ataerkillik ile iç içe gelişen baskın ve saldırgan erkekliğin “toksik” olarak da adlandırılan bir erkeklik tipi olduğunu belirterek “Bu toksik erkeklik birbiriyle çelişen ama çelişirken birbirini de güçlendiren iki noktadan besleniyor: İlki, mağduriyet algısı ve söylemi, ikincisi ise kadınlara, non-binary cinsiyet kimliklerine, çocuklara, din, etnik ve hatta sınıf olarak öteki olarak görülenlere ve hatta doğaya, hayvana karşı şiddetin normalleştirilmesi” diyor.
Mutluer, İncel kavramı 1990’larda tartışılmaya başlasa da özellikle sosyal medyanın gelişmesiyle 2000’lerden itibaren kendini “mağdur”, dolayısıyla haklı hisseden erkeklerin bir kısmının bu mağduriyetin temel sebebini kadınlara yükleyerek özellikle kadınlara yönelik nefret ve şiddeti besleyen bu gruplarda buluştuğunu söylüyor.
“Yükselen sağ popülist milliyetçilikler de kadınları, non-binary cinsiyet gruplarını ve diğer etnik veya inanç gruplarına mensup kişileri ötekileştirirken hınç dolu toksik erkekliklerin kendilerini biricik hissetmesine alan açtı” diyen Mutluer, ekliyor:
“Bunu göçmenlere karşı Kayseri ve birçok ilde gördük. Kadınlara karşı olanıyla ise her gün karşılaşsak da yaşanan son Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner cinayetleri gösteriyor ki, kadına karşı nefret Türkiye’de de örgütlü bir şekilde destek görmeye başlamış.”