Uzun süre yalnızca roman ve filmlerde yer bulan “bilinç aktarımı” fikri, 2000’li yılların başından itibaren akademik dünyada da konuşulmaya başlandı. Oxford Üniversitesi’nden Anders Sandberg ve Nick Bostrom’un hazırladığı “Whole Brain Emulation: A Roadmap” (2008) raporu, insan beyninin bilgisayar ortamında yeniden yaratılabilmesi için hangi aşamalardan geçilmesi gerektiğini sistematik biçimde ortaya koydu.
BİLİNÇ AKTARIMININ ÜÇ TEMEL ENGELİ
Rapora göre bilinç aktarımının önünde üç kritik aşama var:
Beynin haritalanması: İnsan beynindeki milyarlarca nöron ve trilyonlarca bağlantının tek tek kaydedilmesi gerekiyor. Mevcut tarama teknolojileri bu ölçekte yetersiz kalıyor.
Davranışın modellenmesi: Beynin sadece yapısının değil, işleyişinin de dijital ortama aktarılması şart. Bu ise biyokimyasal süreçlerden elektriksel sinyallere kadar çok katmanlı bir simülasyon gerektiriyor.
Hesaplama gücü: Böyle bir simülasyonu çalıştırmak için bugünkü süper bilgisayarlardan katbekat fazla işlem gücü ve enerji gerekiyor.
Sandberg ve Bostrom, bu adımların teorik olarak mümkün olduğunu kabul ediyor ancak pratiğe dökülmesinin “on yıllar, belki de yüzyıllar” alabileceğini belirtiyor.

KİMLİK VE ETİK İKİLEMLER
Teknik aşamaların ötesinde felsefi sorular da gündeme geliyor: Dijital kopya gerçekten “aynı kişi” midir? Bir yapay bilinç hak ve özgürlük talep edebilir mi? “Ölümsüzlük” vaadi toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirir mi?
GÜNÜMÜZ PROJELERİ
Blue Brain Projesi gibi girişimler, fare beyninin bazı devrelerini dijital ortamda taklit etmeyi başardı. Neuralink benzeri şirketler, sınırlı da olsa beyin-bilgisayar arayüzleriyle iletişim imkânları sunuyor. Ancak bunların hiçbiri henüz bilinci bir bütün olarak aktarmaya yaklaşmış değil.