Boşanma davası öncesinde tarafların bir araya gelerek belli konularda anlaşmasını hedefleyen “aile arabuluculuğu” sistemi yeniden gündemde.
Uzun yıllardır birçok şekilde tartışılan ancak yasalaşmayan bu sistem, tekrar masaya geldi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Aile Yılı kapsamında aile hukukuyla ilgili önemli bir yargı paketinin hazırlandığını belirtti.
10 Ağustos’ta Bartın’da gazetecilerin sorularını yanıtlayan Tunç, yargı paketinin öncelikle görüşlere açılacağını, ardından Meclis’e sunulacağını kaydetti.
Aile arabuluculuğu sistemi için; aile mahkemesi hakimleri, Yargıtay üyeleri, barolar ve akademisyenlerle görüşmeler gerçekleştirildiğini kaydetti.
Dünyadaki uygulamalara da bakıldığını ve Türkiye’deki uygulamasının “çok faydalı” olacağını belirtti.
Tunç, yıllar süren boşanma davası sürelerini azaltmak için; maddi tazminat, nafaka ve mal rejimini davalarının ana davadan ayrılması gerektiğini belirtti.
Kadın hakları örgütleri ise bu düzenlemeyle birlikte boşanma aşamasındaki kadınların maddi manevi ciddi kayıplara uğrayacağını değerlendiriyor.
BBC Türkçe’ye konuşan Enstitü Sosyal Toplum Araştırmacısı Nursen Tekgöz, aile arabuluculuğu sistemine ihtiyaç olduğunu ancak sistemin hassasiyetle kurgulanması gerektiğini belirtiyor.
‘Uzun dava süreçleri engellenecek’
Bakan Tunç, mevcut sistemde boşanmaların 10 yıl gibi uzun süreleri bulabildiğini, bu durumun tarafları yıpratarak olumsuz etkilediğini söyledi.
Boşanmanın ilk önce gerçekleştirilip, tazminat vb. davaların ayrıca devam ettirilmesi gerektiğini kaydetti:
“İkisi beraber sürdüğünde, bu çekişme davaları uzatıyor ve 10 yıl süren bir boşanma davasında tarafların yeni bir hayat kurma imkanı ortadan kalkıyor.”
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) ise boşanma ve nafaka davaları ayrıldığında, kadınların ekonomik haklarını alabilmek için yıllarca beklemesi gerekeceğini değerlendiriyor:
“Aile arabuluculuğu, eşitsiz bir güç dengesinde adil sonuçlar doğurmayacak. Erkekler için boşanma kolaylaştırılmaya, kadınlar içinse imkânsız hale getirilmeye çalışılıyor.”
BBC Türkçe’ye konuşan Enstitü Sosyal Toplum Araştırmacısı Nursen Tekgöz’e göre, aile mahkemelerinin yoğun iş yükü ve yıpratıcı süreler nedeniyle aile arabuluculuğuna ihtiyaç bulunuyor.
Ancak güvenli bir arabuluculuk sistemini sağlayabilmek için, şu maddelerin sağlanması gerekiyor:
Tarafların baskı altında olmadan sürece katıldığını teyit edecek bağımsız gönüllülük denetimleri,
Arabulucular için zorunlu toplumsal cinsiyet ve şiddet farkındalığı eğitimleri,
Dezavantajlı tarafın yalnız bırakılmaması amacıyla bağımsız danışman desteği sağlanması,
Şiddet vakalarının kesin biçimde kapsam dışında tutulması.
Arabuluculuğun “zorla barıştırma” gibi algılanmaması gerektiğini belirten Tekgöz, bu sisteme neden ihtiyaç duyulduğunu ise şöyle açıklıyor:
“Mal paylaşımı, nafaka, velayet gibi konularda yaşanan hak kayıpları özellikle ekonomik olarak dezavantajlı taraflar için ek zorluklar yaratıyor. Çocukların üstün yararının korunması gerekliliği de bu ihtiyacı güçlendiren önemli bir unsur.”
Tekgöz arabuluculuğun, “taraflar arasındaki iletişimi koruyan, medeni ayrılığı kolaylaştıran ve çocuk merkezli çözümler üretebilen bir yöntem” olarak öne çıktığını söylüyor.
“İşin içine mali unsurlar girdiğinde müzakere süreci çoğu zaman daha gergin ve çatışmalı ilerleyebiliyor. Mali taleplerin bulunmadığı boşanmalarda aile arabuluculuğu çok daha hızlı ve sağlıklı sonuçlar verebiliyor.”
Tekgöz, nafaka ve tazminat davalarının ana davadan ayrılmasıyla ilgili, “Bu özellikle mali boyutu karmaşık dosyalarda hak kaybı riskini en aza indirebilir” diyor ancak sürenin uzama ihtimaline dikkat çekiyor:
“Sürecin iki ayrı davaya bölünmesi ise maddi taleplerin sonuçlanma süresini uzatabilir ve özellikle ekonomik olarak kırılgan durumda olan taraflar açısından geçici gelir güvencesinde aksamalar yaratabilir.”
‘Bazı anlaşmazlıklar mahkeme öncesi çözülebilir’
Bakan Tunç ayrıca, eşler arasında mahkeme aşamasına gelmeden çözülebilecek bazı anlaşmazlıkların, mevcut sistem sebebiyle boşanmayla sonuçlanabildiğini söyledi:
“Boşanma davası öncesinde tarafların belki küçük tartışmadan kaynaklanarak büyüyen, aslında aralarında geçimsizlik yokken sadece bir kızgınlık nedeniyle avukata yazdırdığı o dilekçede, kusur ispatlayabilmek için, ağır ithamlar söz konusu olabiliyor.
“Ağır ithamlarla karşılaşan karşı taraf, kadın veya erkek, o dilekçeyi aldıktan sonra bir daha o evliliğin düzeleceğini düşünmüyor çünkü o da daha ağır bir cevap veriyor.”
Bu şekilde dilekçeler aracılığıyla ilk duruşmaya kadar, tarafların birbirlerine “tam düşman” olduğunu belirten bakan şöyle devam etti:
“Duruşmaya geldiklerinde de ailenin bütün mahremiyeti herkesin önüne dökülmüş oluyor. Çocuklar örseleniyor. Velayet konuları, nafaka tartışmaları… O nedenle akademisyenlerin görüşleri bu konuda önemliydi.”
Tunç, bu süreçte tarafların boşanma konusunda da anlaşabileceğini, arabuluculuk ve mahkeme onayıyla kısa sürede sonuçlanacağını belirtti.
Boşanma konusunda anlaşma olmama durumunda ise sürecin “daha sakin ve olgun bir şekilde” başlatılmış olacağını söyledi.
‘Mağdur kadınlar susturulacak’
EŞİK, aile arabuluculuğunun “mağduru susturan” bir etkisi olacağını belirtiyor:
“Aile arabuluculuğu, şiddetin ve kadın erkek eşitsizliğinin bu kadar yaygın ve derin olduğu bir ülkede eşit karar alma zemini oluşturmaz; faile masada güç kazandırır, mağduru susturur.”
“Bu şartlarda taraflar arasında özgür iradeye dayalı bir müzakere beklemek, gerçeklikten kopuk bir yaklaşımdır. Uygulanması mevcut eşitsizlikleri hukuk eliyle pekiştirir.”
Platform ayrıca bu adımın aile hukukunun özelleştirilmesi sonucunu doğuracağını, çok hukukluluğun önünü açacağını ve hukuk devleti ve laiklik ilkesinin aşınacağını savunuyor.
Tekgöz’e göre, arabuluculuk ile taraflara güvenli bir alan sunabilir, ancak sürecin doğru kurgulanması gerekiyor:
“Süreç yanlış kurgulandığında ya da güç dengeleri dikkate alınmadan işletildiğinde, özellikle şiddet gören, aile veya toplum baskısı altında kalan ve boşanmaktan çekinen kadınlar açısından özgürlüğü kısıtlayıcı sonuçlar doğurabilir.”
“Bu nedenle, gönüllülük ilkesinin güçlendirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin gözetilmesi ve şiddet vakalarının kesin olarak kapsam dışında tutulması, sistemin güvenilirliği açısından temel önceliklerdir.”
Kadına şiddet kapsam dışında mı?
Bakan Tunç Haziran ayında Meclis’te yaptığı bir açıklamada, kadına yönelik şiddet olduğu durumların, arabuluculuk kapsamında değerlendirilmeyeceğini söyledi.
Tunç, aile arabulucularının, konusunda uzman kişilerden oluşacağını ve arabuluculukta anlaşma sağlanamadığında dava açılabileceğini söylemişti.
Enstitü Sosyal Toplum Araştırmacısı Nursen Tekgöz, hem ulusal mevzuat hem de uluslararası standartların, aile içi şiddet iddiasını arabuluculuk kapsamı dışında tutttuğunu belirtiyor.
Bakanlık nezdinde de bu yaklaşımın net biçimde benimsendiğini belirten Tekgöz, şiddetin yalnızca fiziksel saldırıyla sınırlı olmadığını söylüyor:
“Şiddet; tehdit, baskı, ekonomik bağımlılık ve sosyal izolasyon gibi psikolojik ve yapısal unsurları da içerebilir. Bu nedenle, sürece başlanmadan önce kapsamlı bir güvenlik değerlendirmesi yapılması büyük önem taşır.”
Bakan Tunç, bu düzenleme üzerine çalışılırken dünyadaki örneklere bakıldığını ve Avrupa ülkelerinin çoğunda bu sistemin bulunduğunu kaydetti.
EŞİK ise Türkiye’nin, “güçlü sosyal hizmet ağları, bağımsız denetim mekanizmaları ve güvenlik önlemleri” olan AB ile kıyaslanmayacağını savunuyor:
“Türkiye’de bu alt yapı eksikliği ortadayken Avrupa’yı kalkan olarak göstermek halkı yanıltmaktır. Bu nedenle “uygulanabilir” görünen modeller, burada kadınlar için ciddi hak kayıplarına ve güvenlik risklerine yol açar.”
Nursen Tekgöz de İskandinav ülkeleri ve Kanada örneklerini vererek “Türkiye’de de toplumsal yapımıza uygun şekilde tasarlandığında neden benzer başarılar elde edilmesin?” diyor.