Kadın olmak, geçmişten bugüne eşitsizliklere, dayatmalara, sözlü ve fiziksel şiddete maruz bırakılıp bunca kötülüğün içinde bir çeşit kök salıp tutunma çabası. Özellikle kendi kaderini, kendi kararlarını, kendi arzularını başkalarının kuvvetine, fikrine, düşüncesine bırakmadan kendi elinde tutan, yöneten, büyüten kadınlar hem tarihe yön vermiş hem de yine yaşadıkları çağda büyük bir kabul görmezlik ile karşılaşmıştır.
Şimdilerde “kadınsal varoluş ve direniş” neredeyse yaşamın her alanında artarak boy gösteriyor. Bunda geçmişte kendi direnişini başlatmış güçlü kadın figürlerinin hiç şüphesiz büyük katkısı var. İngiltere krallığına ve Tudors hükümdarlığına damgasını vurmuş cadı ve devrik kraliçe olarak anılan Anne Boleyn’in hayatını merkeze alan Tudors dizisi de bir kadının kendi arzularıyla çizdiği yükseliş yolunun hikayesini anlatıyor.
Sussex Üniversitesi’nin tarih bölümünden mezun olmuş tarihçi kimliğinin yanında, yazar, sosyolog ve dönem araştırmacılığı vizyonu da bulunan Philipa Gregory’nin Tudors döneminin duygusal, çalkantılı ve trajik sürecini anlattığı Boleyn Kızı romanının kaynaklığıyla ekrana gelen Tudors dizisi, İngiltere Kralı sekizinci Henry ve onun belki de tek gerçek aşkı Anne Boleyn’in sarsıcı evliliğiyle İngiltere’de meydana gelen köklü değişiklikleri özellikle de dinsel reformları konu alıyor.
Sussex Üniversitesi’nin tarih bölümünden mezun olmuş tarihçi kimliğinin yanında, yazar, sosyolog ve dönem araştırmacılığı vizyonu da bulunan Philipa Gregory’nin Tudors döneminin duygusal, çalkantılı ve trajik sürecini anlattığı Boleyn Kızı romanının kaynaklığıyla ekrana gelen Tudors dizisi, İngiltere Kralı sekizinci Henry ve onun belki de tek gerçek aşkı Anne Boleyn’in sarsıcı evliliğiyle İngiltere’de meydana gelen köklü değişiklikleri özellikle de dinsel reformları konu alıyor.