Trump’ın yeni ulusal güvenlik danışmanı John Bolton ve ABD’nin yeni dışişleri bakanı Mike Pompeo’nun gelişiyle, dünya siyaseti oldukça çalkantılı yeni bir döneme girmiş görünüyor. Trump “Bana İran nükleer anlaşmasından nasıl çekileceğimi söyleyebilecek tek bir çalışanım bile yok” diyerek eski danışmanı Tuğgeneral McMaster’ı kamuoyuna şikâyet etmiş ve onunla yollarını ayırmıştı. Anlaşmadan çekilmenin yolunu gazete sayfalarında anlatarak göz kırpan avukat John Bolton, Trump’ın üçüncü ulusal güvenlik danışmanı oldu. Bolton atamasıyla radikal dış politika ajandasını sahada tatbik edecek yollara ulaşan Trump da, Kudüs ve İran kararıyla Ortadoğu’yu hemen derin bir krize soktu. Trump’ın son sözü söyleme iştah ve ısrarı saklı kalmak şartıyla, bu yeni saldırgan dış politika döneminin öne çıkacak aktörü John Robert Bolton.
Bolton’la beraber ABD ve dünya yeni bir uluslararası ilişkiler sistematiğiyle tanışıyor. Amerikan güvenlik bürokrasisine hâkim, sert ancak temkinli askeri-kurumsal davranış modelinin karşısında, artık farklı işleyen bir dinamik var. Peki, Bolton nasıl biri? Dünya siyasetine bakışı nasıl?
Politik kişiliği
Bolton’ı tanımlamak, sanılanın aksine kolay değil. Bolton hakkında medyada sıklıkla vurgulanan karikatürleri, tasvirleri bir kenara bırakırsak (ultra-radikal, kabadayı, neo-con, iflah olmaz müdahaleci vs.) daha ciddi bir politik karakter tahliline ihtiyaç duyduğumuz ortada. Siyasi kişiliğini kısa bir yazıda çözümlemek zor olsa da kimi dost ve kimi düşman gördüğünü, özelde krizlere genelde uluslararası siyasete nasıl yaklaştığını inceleyerek bir fikir sahibi olmamız mümkün. Bolton Baltimore’lu, Yale mezunu bir avukat, uluslararası hukuk uzmanı (ve düşmanı). Keskin bir dille, eskiden beri ABD’nin içerde ve dışarda tüm muhaliflerine diş bilemesi gerektiğini hararetle savunan biri. Trump’la ortak noktası ulusal ve uluslararası kurulu düzenden nefret etmesi.
“Terminatör” Bolton’ın ilk işi, selefi McMaster döneminden kalma bürokratların işine son vermek oldu. İşini kaybedenlerden en dikkat çekeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nin yazarı Nadia Schadlow. Schadlow geçen yıl yazdığı bir kitapta, ilginç bir şekilde, Amerikan askerlerinin müdahale ettikleri ülkelerin siyasal ve toplumsal yeniden yapılandırılması ve kısmen yönetimini de üstlenmeleri gerektiğini savunan bir isim olarak ön plandaydı. Sivil-asker ilişkilerinde demokratik eşiği aşan bu iddialı yaklaşım, Trump dönemi dış politikasına da damgasını vurmuştu. Bolton için kısa vadeli siyasi başarılar, askerlerin karmaşık stratejik hesaplardan ve bunların maddi külfetlerinden evla. Bolton 1,5 yıldır süregelen bu hâkim yaklaşımı dengeleyen ve ABD dış politikasının karmaşık yapım sürecini Trump lehine şekillendirecek oldukça baskın bir aktör olarak ortaya çıkıyor.
İdeolojisi
Elbette, Bolton’ın ait olduğu “retorik toplum” (şer ekseni, rejim değişikliği, önleyici vuruş, topyekûn mukabele vb. söylemlerle şekillenmiş) muhafazakâr ve neo-con gruplardan oluşuyor. Ancak Bolton bildik anlamda bir muhafazakâr değil, radikal bir Amerikan milliyetçisi (Trump’a cazip gelen yanı da bu). Her şeyden önce, Amerika’yı fiziksel açıdan güvenli kılmak, temel ideolojik dürtüsü. Neo-conların dünyada demokrasi yayma idealizmini paylaşmıyor. Karşı olduğu aktörler seti içinde her daim kitabına uygun hareket eden kurumsal Cumhuriyetçi elitler de var. Neo-conlara göre dünya siyaseti iyi-kötü arasında ve biz-onlar ikiliğinde bir mücadele olarak okunurken, Bolton için temel problematik ABD’ye içerde ve dışarda ayak bağı olanlarla-olmayanlar üzerinden oluşuyor. Cumhuriyetçi parti elitlerine göre ABD’nin milli çıkarı, içerde seküler modernlikle mücadele ederken, dışarda da enerji piyasaları, “demokrasi ithali”, Rusya’yı dengeleme gibi orta ve uzun vadeli stratejik hesaplar yapmayı gerektiriyor. Avukat Bolton’a göre ise Amerikan çıkarları, içeride liberalleri, dışarda ise Kuzey Kore’nin nükleer cephanesini, İran’ın “şeytani” rejimini durdurmaktan, BM ve Avrupa’nın “şımarık” diplomatlarına hadlerini bildirmekten geçiyor.
Hem neo-conlar hem de Bolton dünya siyasetinde Amerikan çıkarları için tek taraflı müdahaleyi makul ve meşru görüyor. Ancak rejim değişikliği, neo-conlar ve bazı Cumhuriyetçi parti elitleri için daha ileri bir master planın, beşeri haritayı değiştirecek sosyal mühendislik projelerinin önünü açacak stratejik bir hamle iken, Bolton için rejim değişikliği, Amerika’nın kısa vadeli bölgesel çıkarlarını gerçekleştirmeye yarayacak taktik bir hamle. Pentagon, ABD’nin Suriye ve Irak’tan çekilmesi şöyle dursun, “seçkin” subaylarıyla bölgenin toplumsal yapısını dönüştürmesi gerektiğine inanırken, Bolton için Suriye ve Irak, yaklaşmakta olan büyük İran müdahalesi için taktik bir platform. Yine neo-conlar büyük masraf ve kayıpları göze alma pahasına dış müdahaleyi savunurken, Bolton seçme vakalarda, az masrafla, başka ülkeler eliyle, sınırlı müdahale yanlısı bir muhafazakar. Tam da bu özelliği Bolton’ı Trump için biçilmiş kaftan yapıyor.
Siyaseti
Bolton’a göre uluslararası siyaset sıfır toplamlı bir oyun. Yani bir devletin kazancı bir diğer devletin kaybı demek. Örneğin “İran anlaşmasında kaybeden taraf biziz, kazanan ise İran” demişti. Ona göre, ABD’nin çıkarlarını gerçekleştirmesinin en kestirme yolu rakiplerini bertaraf etmekten geçiyor. Bunun için de ABD’nin uluslararası hukuku ve yerleşik normları bir kenara bırakması gerekiyor. ABD rakiplerine “paspas” olmak istemiyorsa “normal” olanın dışına çıkarak inisiyatif almalı, “Irak, İran ve Suriye’de Kürtlere destek olmalı, Kürt milliyetçiliğini yaymalı”.
Avukat Bolton için bir devletin uluslararası hukuka saygı göstermesi, hem egemen devletlerin kendi “alın teri” iç hukuk normlarına ihanet, hem de dışarda istediklerini yapmalarının önünde gereksiz bir engel. “Avrupalı diplomatlar Amerika’yı paspas gibi kullanmak istiyor” ve “Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın 7 katından 5’ini yakmamız lazım” diyen Bolton’a göre devletlerarası münasebetlerde meşru ve makul olan uluslararası diplomasi değil, savaş ve zor. “Uluslararası anlaşmalar bağlayıcı değil” diyerek uluslararası hukukun meşru müdafaa kısıtlamasını tanımayan Bolton, lüzum görüldüğünde önleyici vuruş dâhil her türlü şiddet içeren müdahaleyi meşru ve makul görüyor; “Nasıl İsrail 1981 ve 2007’de rakiplerine ait nükleer tesislerini vurduysa, biz de Kuzey Kore’yi daha fazla beklemeden vurmalıyız” diyor. Kaçınılmaz bir “ilişki düzeltme” aracı olarak gördüğü savaşla ilgili Bolton’ın bir başka alamet-i farikası da topyekûn saldırıya, yani düşmanı tamamıyla bertaraf etmeye inanıyor oluşu: “40. yılında, yani 2019’da İran’da rejimi değiştireceğiz”. Amerikan İç Savaşı’nın tarihsel mirası olarak görmemiz gereken bu topyekûn “hal” fikri onda özellikle hâkim. Son olarak, Bolton’da rakip tanımı ve düşman imgesi oldukça geniş bir yelpazede gerçekleşiyor. Ona göre Amerikan ulusal çıkarlarına engel olan herkes/her şey durdurulmalı: “Öğrenci ve sporcular dâhil hiçbir İranlıya vize vermemeliyiz”.
Ekibi
Bir insanı tanımanın en iyi yollarından biri yanına aldığı yol arkadaşlarını bilmekten geçer. Bu yüzden, Trump’ı daha iyi anlamanın yolu nasıl Bolton’ı tanımaktan geçiyorsa, Bolton’ı anlamanın bir yolu da yardımcısı Mira Ricardel’i anlamaktan geçiyor. Ricardel hem mektepli hem alaylı, Bolton gibi hukukçu, tecrübeli muhafazakar bir bürokrat. Uzun süre Boeing firması yöneticiliği yapmış, eski savunma bakanı Rumsfeld’in yardımcılığı dâhil ABD Savunma ve Dışişleri Bakanlığı’nda birçok üst düzey görevi yerine getirmiş biri. Mira Ricardel, Bolton’la birlikte 2000’li yıllarda teşrik-i mesai yapan ve Bush dönemi ABD’nin Avrasya masası, Afganistan ve Irak müdahalelerinde politika üretimi ve uygulamasında etkili olan bir isim.
Altını çizmemiz gerekir ki Bolton ve Mira Ricardel’in varlığı, Trump’ın çevresinde alternatif sağ (alt-right) etkisinin de artık iyice azaldığının göstergesi. Ricardel’in gelişiyle Bannon’un gözdesi ve eski ulusal güvenlik konseyi sözcüsü Michael Anton Beyaz Saray’dan ayrıldı. Görünen o ki Trump, tercihlerini sürekli sorgulayan ve kendisini dizginlemeye çalışan alternatif sağdan ve geleneksel muhafazakâr politikacılardan bıkmış durumda. Bu gruplardan İran ve Kuzey Kore gibi netameli dış politika başlıklarında beklediği desteği bulamayan Trump, Bolton/Ricardel ile yeni arayışlara girmiş görünüyor.
Ricardel 2016 başkanlık seçiminde “Never Trump” (Trump, asla!) ilanları veren Cumhuriyetçi parti kurmaylarıyla mesafesini korumayı bilmiş, Trump’ın gözüne girmeyi becermiş, onun kazanması için çok çalışmış, Trump’ın yakın ekibinden biri. Yani bildik neo-conlardan değil. Bolton, Ricardel’i yanına alarak, aynı zamanda Trump ve yakın çevresi nezdinde de koltuğunu sağlamlaştırmak istiyor. Belirtmek gerekir ki Ricardel, Bolton ile Mattis’in arasını bozabilecek birisi. Başından beri Trump’ın yanında bulunmasına rağmen, özellikle Pentagon’da istediği atamaları Mattis engeli yüzünden bir türlü yapamayan Ricardel, Bolton ve Trump’ı Mattis aleyhinde pozisyon almaya zorlayabilir.
Geleceği
Yıllar önce İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher “Ülkeler bireylerden oluşur, toplum diye bir şey yoktur” demiş, ancak bir Britanya savaş gemisi Arjantin tarafından batırılınca tam 40 dakika boyunca durmadan ağlamıştı. Bolton da “Uluslararası hukuk diye bir şey yoktur, Amerika’nın çıkarları vardır” derken aslında benzer bir milliyetçi-muhafazakâr bakıştan besleniyordu: Modern devlet milliyetçiliği.
Bolton’ın ajandasını uygulamada ne kadar başarılı olacağını kestirmek zor. Ancak geçmiş iyi bir kılavuzsa, hukuk tanımaz bir avukat olarak radikal ajandasını uygulamada şansının yüksek olduğunu söylemek lazım. Aslında Bolton’ın kendini içine kilitlediği tek taraflı “çıkar hukuku” kozası, Amerika’nın hegemonya siyasetini geçmişte nasıl baltaladıysa bugün de aynı durum söz konusu. Mimarlarından olduğu 2000’li yıllar ABD dış politikasının feci sonuçlarından ders çıkarmışa benzemiyor. Geçmişte yaptığı hatalar Bolton için pek bir şey de ifade etmiyor. “Doğru benim” politikasını yıllardır inatla sürdürüyor. Paris’te geçen sene İranlı Halkın Mücahitleri örgütüne yaptığı konuşmada, İran Devrimi’nin 40. yılında İran’da rejim değişikliği sözü verecek kadar gözü kara biri.
McMaster ve Mattis beklentilerini karşılamadığı için Trump, Bolton’ı Beyaz Saray’ın koridorlarında görmek istedi. Dolayısıyla Bolton, Trump’ın beklentilerini karşılamak zorunda. Detayları başka bir yazının konusu olsa da, yeni dönemde Bolton’ın neyi yapıp neyi yapamayacağı konusunda Pompeo ve Mattis arası çapraz ilişkiler önem kazanıyor. Yani Bolton eğer kritik kararlarda dışişleri bakanı Pompeo’yu yanına çekebilirse kendi ajandasını dayatabilir. Yok, eğer Mattis Pompeo’yu yanına çekerse, o zaman da Bolton yalnız kalabilir.
Toparlamak gerekirse Bolton, Bush döneminde ABD’nin dünyaya bakan yüzü olarak New York’ta (yönetimden uzak) istihdam edilmiş vitrin bürokratlardan biriydi. 2019’da hedeflerine ulaşır mı bilinmez, ama Bolton artık New York’ta değil; bizzat Beyaz Saray’ın içinde ve hemen yanı başında her dediğine kulak kesilen bir ABD başkanı var.